Zindanda Kırkıncı Bayram
Mektupla haberleşmenin nostalji kategorisine girdiği şu dünyada yüzbinlerce insan acısını, kederini, mutluluğunu, umudunu, göz yaşını, hasretini mektuplarla birbirine ulaştırıyor.
Simsiyah saçlar parmaklıklar arkasında ağardı çoktan. Hukuksuz olarak yapılan tutuklamaların, işkencelerin, iftiraların, hesabı sorulamadı.
28 Şubat hala devam ediyor. Sözü geldiğinde haksızlığa uğradıkları beyanları siyasetçiler tarafından açıkça dile getirildiği halde hala tecrit devam ediyor. Ömürler geçiyor, yaşanmamışlıklar birikiyor. Ölümlere doğumlara mutlu günlere kısacası hayatlarının tümüne şahitlik mektup miktarınca oluyor.
Bu açık bir zulümdür. Bayram geldi çattı. Yusufi’lerin aileleriyle beraber yüzlerce insanın bayramı yine eksik geçecek. Sizlerle bana ulaşan onlarca kıymetli mektuptan biri olan Hasan kardeşimin mektubunu paylaşmak istiyorum:
“Muhterem Recai Ağabeyim,
Yazıma başlarken sizi selamların en güzeli olan Allah (cc)’nın selamıyla selamlar, sağlık ve sıhhat diler, muhabbetlerimi bildiririm.
Kıymetli mektubunuzu aldım pek makbule geçti. Bizi mesrur ettiğiniz gibi Rabbim de sizi her iki alemde mesrur eylesin. Mektubunuz müjdecinin Hz Yakub (as)’a getirdiği gömlek misali Yusuf’un kuyusuna sarkıtılan bir büşra mesabesinde oldu. Duyarlılığınız bizi duygulandırdı doğrusu… Allah (cc) sizden razı olsun.
Bahsetmiş olduğunuz gibi birbirimizi şifahen tanımıyoruz. Ancak bölgeye yapmış olduğunuz ziyaretlerde konuk olduğunuz tv programlarında ve Yusufilerle ilgili etkinliklerden sizi gıyaben tanıyoruz. Yüz yüze tanışıklığımız olmasa da inşallah bezm-i elest’te mümin ruhlar olarak tanışmışızdır. Rabbimiz bizi kardeş kılmış. Gerisi laf-ı güzaf…
Bir şehidimiz henüz şehadet şerbetini içmeden önce “ şehid ve tutuklular bir elmanın yarısı gibidir. Aynı koku ve rengi verirler” Derdi. Bu mefkure ışığında şehidlere olan gıptamız ve onların mümin yakınlarına olan muhabbetimiz zirve noktadır. Gençliğimizde Şehit Selami ve diğer şehidlerin hayatlarını dinleyerek-okuyarak ve onlar hakkında bestelenmiş eserleri dinleyerek motive oluyorduk. O motive ışığında bizler de şehidler kervanına mülhak olmak istiyorduk. Demek ki sadece istemekle olmuyordu. Layık olanlar adaklarını yerine getirirken bizim de payımıza şimdilik mapus düştü…
Yirmi yıla yakındır zindan sakinleriyiz. Bu süre zarfında ömür sermayemizi güzel bir şekilde değerlendirdik inşallah. Bu mekanları zindandan ziyade medrese olarak belledik. Rabbimizin verdiği sabırla İslami tedrisatımızı yaptık ve yapıyoruz. Dışarıyla ilgili en büyük özleminiz nedir diye sorarsanız, inanın ki kalan ömrümüzü daha bir cehd ve gayretle İslam’ın hadimleri olarak hizmette bulunmaktır. Pişmanlığımız “ dışardayken fırsat olmasına rağmen neden daha fazla çalışmadığımız” yönündedir. Rabbim ayaklarımızı sabit kılsın, son nefesimize kadar İslam’ın hadimleri eylesin ve hüsn-ü hatime versin.
Bazen hastaneye gittiğimiz oluyor. Haliyle dışarıyı gözlemliyoruz. Her şey çok değişmiş. Doğrusunu söylemek gerekirse Ashab-ı Kehf misali bazen: “ Biz bu zamana mı aitiz. Sanki ne dünyadayız ne de ahirette…Her iki alemle de bir cihette alakamız olduğu için sanki berzah alemindeyiz. Doşarı çıkarsak ayak uydurabilir miyiz bu zamana?...” gibi düşüncelere kapılıyoruz. Zira bizden sonra herşey çok hızlı kabuk değiştirmiş, öncelikler ve hayat tarzları farklılaşmış…
Dışarda görüşmek ümidiyle, sizi en emin olan Allah (cc) emanet eder, muhabbetlerimizi bildiririz.
Selametle…
Sizi Allah (cc) için çok seven kardeşiniz Hasan Kutulman”