Kudüs için ne yapmalıyız?
Balfour Deklarasyonu, Lloyd George’un başbakanlığındaki İngiliz savaş kabinesinde dışişleri bakanı olan Althur Balfour’un girişimiyle başlatılan ve sonuçta Filistin’de bir Yahudi devletinin -İsrail- kurulmasıyla sonuçlanan girişimdir.
1917 yılındaki bu deklarasyon, ilk Balfour Deklarasyonudur. Balfour girişimiyle 1926 yılında, İngiliz sömürgeleri konusunda ikinci bir Balfour Deklarasyonu yapılmıştır.
Uluslararası toplumun tepkisine rağmen İsrail, 50 yıldır işgal altında tuttuğu Doğu Kudüs’te dünyanın gözleri önünde “Yahudileştirme politikasını” sürdürdü.
İsrail’in son 50 yıldır acımasızca her türlü işgal, taciz, katliam ve göç politikalarını maalesef Arap ve İslam ülkeleri engelleyemedi.
ABD Başkanı Trump’ın Mayıs 2017’deki son ziyareti Binyamin Netanyahu kabinesine cesaret verdi.
Ziyaretten kısa bir süre sonra işgalci hükümetin kabinesinin, Aksa Camisi’nin altında kabine toplantısı yapması çok tehlikeli bir sürece işaretti.
ABD Kongresi’nin 1995’te kabul ettiği “Kudüs Büyükelçilik Yasası” elçiliğin “İsrail’in başkenti Kudüs”e taşınmasını öngörüyor. Amerikan başkanlarına da bunu her 6 ayda bir erteleme imkânı tanıyor. 21 yıldır tüm başkanlar “ulusal güvenlik” gerekçesiyle bu yasayı imzalayarak taşınma olayını hep ertelediler.
Trump’ın geçtiğimiz hafta Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve ABD Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacağı açıklaması İslam dünyası toplumunda sivil infiale yol açtı.
Geçtiğimiz günlerde İsrail Ulaştırma ve İstihbarat Bakanı, İsrail basınına verdiği demeçte, ABD’nin Kudüs kararını Arap liderlerle ortaklaşa aldığı, özellikle Suudi Arabistan ve Mısır’ın da işgali legal hale getiren bu karara yeşil ışık yaktığını belirtmişti.
ABD’nin bu kararının açıklanmasıyla birlikte Filistin’in bütün siyasi ve askeri grupları hep birlikte üçüncü intifada kararını aldılar. İslam ülkeleri halkları, bu kararı protesto etmeye başladılar.
Kudüs koduyla toplanan Arap Birliği ise Mısır’ın başkenti Kahire’de bir araya geldi. Hiçbir şekilde birliği sağlayamayan ve manevi değerlerin kişisel çıkarlara değiştirilmesine en büyük imtiyazı sağlayan Arap Birliği, Kudüs toplantısında da karar almaktan başka bir icraat gerçekleştirmedi.
Liderler düzeyinde değil de bakanlar düzeyinde ancak toplanabildiler.
Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt açıklamasında, “ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti’ olarak tanıma kararının geçersiz” olduğunu belirterek, “Trump’ın kararına verilecek en pratik tepki başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletini tanımaktır. Kudüs’ün statüsü uluslararası sözleşmeler ve BM kararları ile sabittir” şeklindeydi.
Türkiye çarşamba günü dönem başkanı olduğumuz İslam İşbirliği Teşkilatı’nı (İİT) toplantıya çağırdı.
İİT eski adıyla İslam Konferansı Örgütü, 21 Ağustos 1969 tarihinde İsrail’in işgali altında bulunan Kudüs’teki, Al-Aksa Mescidi’nin yakılmasının İslam dünyasında uyandırdığı tepki üzerine, 22–25 Eylül 1969 tarihlerinde Fas’ın başkenti Rabat’ta ilk kez düzenlenen İslam Zirvesi Konferansı’nda alınan bir kararla kuruldu.
Kuruluş gaye ve amacının ana nedeni Kudüs/Mescid-i Aksa olmasına rağmen maalesef bu konu neredeyse yıllardır teşkilatın en zayıf ve ilgisiz olduğu bir konu haline gelmiştir.
Bu zirveye İslam dünyasından kimlerin, hangi seviyede katılacağı belli değil, toplantıdan, İsrail’le ilişkileri kesme, büyükelçileri geri çekme ya da temsil düzeyini maslahatgüzar seviyesine düşürme gibi bir karar çıkar mı ya da böyle bir kararın ardında hangi ülkeler durur?
•
Avrupa’dan gelen kınama mesajları zayıf da olsa önemli. Avrupalılar somut bir yaptırım uygular mı? Göreceğiz. Trump karşısında hem Batı hem Müslüman dünyasından bir blok oluşursa bu karar havada kalabilir. Önümüzdeki günler çok şeye gebe.
Burada bize düşen görevler, Kudüs’ün çok ciddi bir tehlike sürecine girişini izlerken neler yapabiliriz? Mesela; Hayber savaşından bir ders çıkarabilir miyiz?
Hayber kalelerine sığınan Yahudiler yiyecek ve içecek stokları ile Peygamber Efendimizin gitmesini bekliyordu.
Hayber kaleleri sağlam, yüksek bir yerdeydi.
Ok atsan sana geri dönüyordu. Taş atsan yetişmiyordu. Bağırsan sesin yetişmezdi. Hayber yıkılmıyordu. Hayber fethedilemiyordu.
Günlerce bekledi İslam ordusu.. Ama Yahudiler kalelerden çıkmıyordu. Müslümanların stokları tükenmek üzere, moralleri bitmek üzereydi.. Günlerce beklediler.. Ama nafile!
Bu uzun bekleyişten sonra Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) bir strateji geliştirdi.
Hurma ağaçları kesilecekti. Hayber Yahudilerinin ekonomisi birer birer kesilecekti. Servetleri devrilecekti. Gelecekleri köklerinden kazınacaktı.
Zira Yahudi için para, servet, zenginlik her şeydi.
Ağaçlar kesildikçe Yahudiler kahroluyordu. Ağaçlar kesildikten sonra burada kalmanın da bir anlamı kalmayacaktı. Anlaşma yoluna gittiler ve taşıyabilecekleri kadar yükle başkent Hayber terk edilecekti.
Sen de Hayber savaşına katılmak istiyorsan bir ağaç da sen kes!
Bugün sesin Yahudi’ye ulaşmaz! Taş atsan İsrail’e ulaşmaz! Ok atsan Tel Aviv’e yetişmez!
Ama sen de Peygamber Efendimizin stratejisini yapabilirsin!
Al eline baltayı kes Yahudilerin ağaçlarını!
Nasıl mı?
Evine giren her Yahudi malı bir ağaçtır. Somut elle tutulur, göz ile görülür çaba içerisinde olmak gerekiyor.
Bizler Kudüs için akılla ve inançla bir şeyler yapmalıyız. İman, mantık ve akıl çerçevesinde mevcut uluslararası sistem içinde sayıları az da olsa onurlu ve duyarlı siyasetçileri harekete geçirmek, İslam ülkelerinin, BM ve UNESCO içinde yeni tartışmalar açması yararlı olacaktır.
Hıristiyan ve Müslümanlara ait kutsal mekânların korunması ve imarı konusunda uluslararası güvencenin sağlanması için Kudüslülerin yürüttüğü çabalara hukukçular tarafından destek olunabilir.