Asırlarca evvel, devlete karşı işlemiş bulunduğu suçunun cezasız kalmayacağını öğrenen Van'daki Kürt Ağası Yüce Osmanlı Hakanımıza gönderdiği mektubunda özür dileyişini şu cümle ile tamamlıyor. ''Mazur gör ki Men Kürdem'' .
Kürt teşekkür ederken yahut mazeretini ifadede bulunurken, Kürtçe '' Ez kirmanci teme'' ( Ben senin Kürdünüm- Kirmancınım ) cümlesini kullanışı ile kendisine beşerî sınıflandırmada uygun bir yer tayin etmiş olduğunu göstermektedir…
Kürt, nezaket ikliminde sahip bulunduğu mevkiini ise şu fıkra ile belirtmeyi ihmal etmiyor; Kâinatın efendisi, Peygamberler Peygamberine İslâm Devleti'nin kurulması ile diğer milletler zamanın diplomatik anane ve adetleri çerçevesinde kendisine tebrik elçileri gönderiyorlar. Kürtler de içlerinde en akıllı ve bilgili adamlarını seçip gönderiyor… Peygamberimiz Efendimizi ziyaret sırası Kürt Temsilciye geldiğinde, içeriye selamsız- sabahsız dalıyor ve iki ayağını Kâinatın Efendisine doğru uzatarak; '' Api Muhammed çevâni?'' ( Muhammed amca nasılsın?) diyor ve kendi usulüne göre en yüksek diplomatik seviyede tebrik faslını böylece gerçekleştirmiş oluyor.
İşte bu içtimâî şahsiyet yapısına sahip Kürtler, kendilerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin lütfettiği sınırsız nimetleri hak etmediklerini, kendi lisanları ile ''çiyâyî'' (dağlı) olmanın gerektirdiği dar ve sınırlı hakların kâfi geldiğini, fazlası ile şımarıp kuduracaklarını Dünyaya ilân telâşına dalmış haldeler… Kürtlerin ''Kürdün karnı doydu mu ya bir kadın kaçırır, ya bir adam öldürür'' atasözü, bu telâşlarının tarihi kültür vesikası halinde yaşamaktadır.
1956-62 yılları arasında, okuduğum Dicle İlk öğretmen Okulundaki yaz tatillerinde, Pervari'de diğer genç arkadaşlarla asker mektuplarını yazarken, mektubun alnına ''Yüksek bir Türk gencine takdimdir'' cümlesini yazmayan arkadaşların elinden kâğıt ve kalemi alınır, bu cümleyi yazmayı ihmal etmeyen, iyi kâtip olana yazdırılırdı…
1950'lerin başında, Kore'ye asker yolladığımız müddetce her taraftan ''Vi Celal Bâyâri, asker rikir Koreyi, imdat Bâbi Fâtimayi.'' (Bu Celal Bayar, Kore'ye asker gönderdi. İmdat ya Hz. Fatıma'nın Babası) diye başlayan Kürtçe ilâhiler duyuluyor ve bu ilâhilerle Yüce Devletimize, Kahraman Mehmetçiklere duâlar eksik olmuyordu…
Şeyh Seyda, Bedîüzzaman, Şâhı Velas Şeyh Abdullah, Babirî Sofi (Sofu Dede), Şeyh Ahmedi Hanî, Şeyh Ahmedi Cîzerî, Şeyh Salihi Sipkî, Şeyh Muhammedi Aynî ve Şeyh Müşerref… Hepsi ve daha nicesi Kürtlerin arasından çıkmış birer Allah dostu, muhteşem rehberler, müstesna iman bayraktarlarıdır.
Kürtler bu ulu önderlerden dünya ve ahiretin kurtuluş ışığını aldıkça madden ve manen huzur içinde yaşıyorlardı. Cumhuriyetle birlikte tanımaya başladığımız lâiklik, topyekûn milletimizin iman ışığını kesince, yol İslamiyet'e kapatılmış oldu. Kürtlerin cehaleti ile ırkçılık damarları kabarmaya başladı. Dinsizlik adına iş gören lâikliğin de desteği ve gayreti ile Türkiye'nin her Bucağı'nda ateizm, hıyanet, kan ve ölüm fışkırmaları baş gösterdi. Kürtlük artık mazeret değil, hıyanet bahanesi halinde kullanılıyor olmaya başladı.
Kürtleri, millî birlik ve beraberlik çerçevesinde tutan, İslâm'ın rûhu ve mânâsıdır. İslâmla milletin arasına set gerilince, Ermeni döllerinden vücut bulmuş PKK ve onun hıyanet yatağında doğmuş dölü HDP karşımıza dikilmeye başlamıştır.
Bugünkü askerî ve polisiye tedbirler tek başına Kürt sorununu çözmeye kâfi gelmez. Buna İslâmın ruh ve manasını ilâve etmeden başarıyı beklemek sadece avutucu hayal kurmaktan öteye gitmeyecektir.
Kürtleri, Türkleri ve topyekün unsurları ile 80 milyonu kurtarmanın yegâne yolu, önce İslâmiyeti gösteri ve makyaj metaı olmaktan kurtarmak, İslâmın müdir fikrini fert ve cemiyete hakim kılmaktır.
Hıyanetten bölücülükten, kandan, baruttan ve gözyaşından kurtuluşun reçetesi İslâm ve Kur'an'dır…
Devlet olarak İslâm'dan koptuğumuz için bugün PKK – HDP ve çevrelerindeki hainler ''Müslümanlık bizi Türklerin esiri yaptı'' demekte ve kendilerine sapıkça din peydahlamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti İslâm'ın gerçek kurtuluş dini olduğunu kabul etmeden hıyanetin hakkından gelemez ve nihai başarıyı elde edemeyecektir..
Gerçeği görmeye başladığı ümidini muhafaza ettiğimiz Yüce Devletimiz, İslâm'ın ruh ve mânâsına sahip olmalı ki Türkleri de, kahir ekseriyeti ile devlete bağlı, iyi niyetli ve korkaklardan müteşekkil Kürtleri de topyekûn soylu milletimizi de kurtarabilsin.
Saadet yahut zillet… Kürt Sorunu çözüm sürecinin neticesi, bu iki hedeften hangisine ulaşacağımıza bağlıdır. Bu ise lâisizm denilen ve bizde dinsizlik kemendi olarak kullanılan millî tehlikeden kurtuluşumuzla yakından alâkalıdır…
Çözüm sürecinin çözümü İslâm'dadır…