Müslümanların Üzerinde Durmadığı Konu; Velayet ve Hilafet
Özlü Söz: 'Ey İman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları kendinize veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velisidirler. Sizden kim onları veli edinirse şüphesiz ki o onlardandır. Allah zalimler topluluğuna hidayet vermez.'
Özlü Söz: Ey İman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları kendinize veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velisidirler. Sizden kim onları veli edinirse şüphesiz ki o onlardandır. Allah zalimler topluluğuna hidayet vermez. Maide Sûresi 51. ayet
Ne yazık ki bugün Müslümanların üzerinde hiç durmadığı en önemli konuların başında VELAYET meselesi gelmektedir. Yukarıda mealini verdiğim Maide Suresi 51. Ayetinde veli kavramı dost olarak tercüme edilmiş ve bu ayet anlam kaybına uğramıştır.
Saltanat Hilafeti olmasına rağmen batı emperyalizminin tahammül edemediği Hilafet ortadan kaldırılınca yerine batı Hıristiyan aleminin bütün hayat standartlara bize aşılandı. Ve o günden bu yana onların dünya görüşlerine göre eğitildik sosyalleştik ve siyasallaştık. Ama bununla beraber inanç köklerimizden de yoksun kaldık.
Dünyada ve ülkemizde gelişen birtakım İslami hareketler çerçevesinde İslami birtakım yapılanmalar oldu ama birçok eksik ve aksaklığı ile birlikte…
Bu eksiklik ve aksaklığın başında Velayet meselesi, Müslümanların velisinin kim olacağı ve Ululemr meselesi gelmektedir.
Bugüne kadar ortaya çıkan bütün oluşumlara baktığımızda bu konular üzerinde hiçbir çalışma yapılmamıştır. Özellikle Hilafet ve Velayet meselesi hiç gündeme getirilmeyerek İslami çalışma yapanların gelecek ile ilgili hiçbir yol göstermemeleri onları kısır bir döngü içine bırakmıştır.
Müslümanları birlik olmadığı ve ümmeti oluşturan milletlerin sınırlarla birbirinden koparıldığı bir ortamda İslam Birliği için siyasal olarak tek ses Rahmetli Erbakan Hocadan geldi. Erbakan Hocanın bu çağrısına hilafet ve velayet meselesinde nakıs olanlar onun çağrısına karşılık vermediler. Bugün en çok ihtiyaç duyulan şey Müslümanların birleşmesi ve bir imam etrafında toplanmasıdır. Zaten Allah Nisa Suresi 59. Ayetinde “Allah itaat edin, Resulüne itaat edin, sizden olan Ululemre de..” bu emri vermiyor mu?
Allah'ın yeryüzünün halifesi olarak gönderdiği Müslümanlar olması gereken sahada olmadıkları için o sahayı Yahudi-Hıristiyan ittifakı doldurarak dünyayı zulümle idare etmektedir. O halde bu önemli konunun gündeme gelmesi ve Müslümanların yeniden toparlanması için Velayet konusunu irdeleyelim.
Veli kelimesi, bir kimsenin veya bir topluluğun menfaatleri ve elde etmek istedikleri amaçlar doğrultusunda her türlü işlerini üzerine alan ve bu konularda tam bir tasarruf hakkına sahip olan idareci, hâkim otorite, koruyucu, gözetici, malik, yardımcı, sırdaş ve dost anlamlarında kullanılan bir kavramdır.
Velâyet kavramı da; “Bir kimsenin veya bir topluluğun bir başkasına kendisini ilgilendiren her konuda tasarruf hakkını devretmesidir. Bu hakkı devralan şahsın, aralarında meydana gelen hukuki bağa dayanarak kimseden izin alma ihtiyacı duymaksızın bu hakkı kullanması ve onu kendisine verenler üzerinde, koruma, gözetme, yardım etme, işlerine müdahale ve üzerine aldığı işi onun adına idare etme bakımından tam bir yetkiye sahip olması” anlamına gelmektedir.
Fıkıh ıstılahında velâyet; “istese de istemese de başkası üzerindeki tasarruf hakkını yerine getirmek” şeklinde tanımlanmaktadır. İslâm hukukunda ‘velâyet’, başkası üzerine ister istemez sözünü geçirmeyi, itaat edenle işi üzerine alan arasındaki ilişkiyi konu alır.
İçerisinde sevgi ve yardım manalarını da barındıran velâyet; genel olarak, aile içerisinde akrabalık, ümmet içerisinde ise imamet (önderlik-halifelik) sebebiyle gündeme gelmektedir. Aile içerisinde öncelikli olarak baba velâyet hakkına sahiptir. Baba yoksa diğer yakın akrabalar bu hakkı elde ederler. Ümmet içerisinde (Müslümanlar arasında) ise velâyet hakkı, Müslüman olup diğer Müslümanlar tarafından biat ile seçilen yetkili kimsenindir ki bu da Halifedir.
İslami açıdan velayet anlamı; Yeryüzünde Allah adına hareket eden vekillik hakkını üstlenilen mevkidir. Allah adına hareket ve emrindeki Müslümanlara hamilik edinilen makam olarak tarif edilir. Hâkim olan Allah adına hareket eden kişinin sorumluluğunu üstlendiği Müslümanların sevk ve idare edilmesinde sorumluluk makamı ve yetkisi…
Allah, İslam dinini Hz. Âdem (as) ile başlattı ve Hz. Peygamber ile kıyamete kadar sonlandırdı. Hz. Âdem ile başlayıp Hz. Muhammed (sav) ile kıyamete kadar sürecek olan tek yol İslam’dır.
Hz. Muhammed (sav)’e gelen şeriat Kuran’la bize ulaştırıldığına göre her birimiz Kuran’ın emir ve yasaklarını hayatımızın her alanına nakşetmemiz gerekmektedir.
Kendisine Peygamberlik verilen Hz. Muhammed (sav), zamanında bulunan bütün Müslümanların velisiydi. O’nun vefatından sonra velayet hakkı Halifelere geçti. Her halife bulunduğu devirde velayet makamında ve bütün Müslümanların velisiydi.
Saltanat hilafetinde de durum böyleydi. Ama ne zaman ki hilafet kaldırıldı, velayet hakkı ve halifelik işlevsiz kaldı. Müslümanlar başsız ve himayesiz kaldı.
Hilafetin kaldırıldığı 3 Mart 1924 tarihinde Müslümanlar hamisi koruyucusu ve yönetici olmaksızın yeni kurulan sistemin vatandaşı oldular. Velayet hakkı yeni nesillere unutturuldu. Hilafet, Peygamber makamı olmasına rağmen boş bırakıldığı gibi yeni sistem tarafından kötülenip aşağılandı.
Aradan geçen zaman içinde Müslümanlar yeni batıcı sistemin emir ve direktifleri doğrultusunda kurşun asker misali Müslümanlaştırıldılar.
Hilafetin kaldırıldığı 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Müslümanlar yeni sistemi sorgulamadan onlara bu laik ve demokratik kurumu hilafet makamını üstelenen bir kurum gibi göstererek Müslümanların önünü kestiler.
Yeni kurulan DİB’lığın amacı Müslümanların dini işlerini organize etmek ve manevi işlerin yürütülmesinde rehberlik etmekti. Ama bu laik ve demokratik olarak kurulana sistem gerçek niyetini gizledi ve amacını örterek Müslümanlara yeni bir din algısı oluşturmak oldu. Müslümanlar hilafetin ellerinden çıktığını daha anlamadan bu kurum ile onları aldatma yoluna gitti
Aradan geçen bu kadar zamana rağmen kimse çıkıp “Bu velayet hakkını Diyanet İşleri Başkanlığına kim hangi yetkiyle verdi. Ve bu yetkiyi verme makamında bulunanlar İslam’a göre ne kadar yetki sahibidirler” sorusunu kimse sormadı ve kimse araştırmadı. Yeni kurulan sistem batıcı ve laik bir sistemdi ve kısacası vahye dayanmadığı için İslam’a göre Müslümanların velayetini üstlenecek yetkiye da sahip değildi.
İslam’a dayanmayan bir yetkiyi Müslümanlara dayatmak İslami olmadığı gibi onların bu yetkisi ile yapılan bütün İslami işlevler yok hükmündedir.
Çünkü Müslümanların velisi Ululemr’dir. Ve Ululemr’e itaat farzdır. Fıkıh kitaplarında şöyle bir soru sorulur; Müminlerin velisi kimdir? El-Cevap; Ululemrdir…
Demek ki Müslümanların bir imam etrafında toplanması ve onun velayetinde olması Kuranla sabit olan bir farziyettir.
Nisa Suresi 59. ayetinde geçen ”Allah’a itaat edin, Resulüne itaat edin ve sizden olan Ululemre de” itaat edin emri her Müslüman’ın mutlak manada riayet edip gereğini yapması gereken bir ültimatomdur.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken İslami hukuku reddedip yerine Batı’nın Hıristiyan hukukunu benimseyen bir sistem kurdu ve bu haliyle Müslümanların velisi olamaz ve velayet hakkını üstlenemez.
Allah Kuran’ın Maide Suresi 51. Ayetinde Yahudi ve Hıristiyanlara velayet hakkının verilmeyeceğini açık ve net bir şekilde beyan buyurur. İslam Hukukunu ret edip yerine Avrupa’nın 4 Hıristiyan ülkesinden hukuk tercüme ederek sistem kuran yeni sisteme de bu hakkı vermemektedir. Ehli Kitaba velayetin verilmeyeceğini beyan eden ayetin hükmüne göre bu velayet Ehli Kitap artıklarına verilmeyeceğini bizi anlatır. Bundan dolayı Allah birçok ayeti kerimede “Ey akıl sahipleri hiç düşünmez misiniz? Diye bizi uyarır.
Maide Suresi 51. Ayetinin meali; “Ey İman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları kendinize VELİ edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridirler. Sizden kim onları VELİ edinirse şüphesiz ki o onlardandır. Allah zalimler topluluğuna hidayet vermez”…
İslam hukukunu ret eden müşrik konumuna düşer. Ve ehli kitaba verilmeyen velayet hakkı müşriklere asla verilmez.
İslam hukukunu reddeden ve aynı zamanda Müslümanların ibadi konularında onlara yol göstericiliği yapan Diyanet İşlerini kurması İslami bir temele dayanmıyor. Eğer Müslümanların dini vecibelerini yerine getirmelerini demokrasi adına istiyorsa Müslümanların dini vecibelerini yerine getirmeleri hususunda müdahil olmak yerine sadece müsaade etmelidir. Müslümanlar kendi aralarında kendi önderini seçer ve dini vecibelerini ona göre yerine getirir.
Batı ülkelerinde durum Türkiye'deki gibi değildir. Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde yaşayan Müslümanlar bu devletlerden dini ibadetlerini yerine getirmek için müsaade alır, kendi imamlarını seçer ve dini vecibelerini kendileri yerine getir. Bu devletler oranın vatandaşı olan Müslümanlara imam tayin etme hakkını kendinde görmez ve onlara imam da tayin etmediği gibi orada laiklik de hiç tehlikeye de girmemektedir.
Ama iş Türkiye’ye gelince değişiyor. Türkiye Müslümanları kendi başına bırakmıyor. Onlara kurduğu kurum vasıtasıyla imamlar tayin ediyor. Oysa böyle bir yetkisi olmadığı gibi, onların bu müdahalesiyle yapılan ibadet de temelsiz kalıyor. Başta Diyanet İşleri Başkanı’na sormak lazım; " Müslümanların velisi kimdir veya laik ve batıl bir sistem Müslümanların velayetini alabilir mi"; buna ne cevap vereceğini bilmek lazım...
Acaba Türkiye neden buna gerek gördü. Yoksa Kuran’ın Müslümanlara Allah'ın yeryüzündeki hâkimiyeti için harekete geçin emrini bildikleri için mi? Türkiye Cumhuriyete içinde yaşayan Yahudi ve Hıristiyanların dini önderlerini seçmede böyle bir müdahalesi yok. Neden bunu sadece Müslümanlara uyguluyor sorusunu sormak gerekiyor.
Hz. Peygamberimiz zamanında Mekke müşriklerinin başı konumunda olan Ebu Cehil, Müslümanların cami açmalarına, imam tayin edip maaş ödemelerine karışmış olsaydı bizde bugün buna itiraz etmemiş olurduk.
Çünkü çok iyi biliyoruz ki Hz. Peygamber onların başkanlık başta olmak üzere bütün tekliflerine hayır demişti.
Laiklik ve demokrasi adına hareket eden içinde yaşadığımız sistem vahyi kabul etmediklerini ve karşı oluklarını beyan etmekteler. İşte bu gibi sistemler Müslümanların velayetini de üstlenmekteler. Şimdi kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı Müslümanları velayetini laik ve demokratik sistem adına üstlenmiş. Peki, bu üstleniş İslami açıdan geçerli midir? El cevap: Hayır…
Müslümanların velisi Ululemr’dir ve her Müslümanın Ululemr’e itaat etmesi Kuranla sabit olarak farzdır.
Ululemr olmadığında, bütün Müslümanlar Ululemrin makamına oturması için, o kişinin belirlenmesi için hareket etmesi gerekiyor. İslam coğrafyasını birbirinden ayıran güç bunun farkında ve Ululemr’in tespit ve tayini yapılmaması uğrunda gereken her şeyi yapmaktadır.
Acaba Müslümanlar, Ululemr’in gelmesi için Yahudi ve Hristiyan ittifakının engellemek için sarf ettiği eforu gösterebiliyor mu?
Müslümanlar İslami bir şuurla Ululemr’in gelmesi, birlik ve beraberliğin pekişmesi için adım atmadığı müddetçe Siyonizm’in emrindeki emperyalizmin tahakküm ve işgalinden kurtulamayacaktır. Bundan dolayı sloganik olarak değil gerçekten Kurana ve Kurani kavramlara hayatiyet kazandırmak şuurlu her Müslümanın en önemli vazifesidir.
Hilafet ve velayet meselesini kavrayan hayatına uygulayan ve geleceğe yatırım yapan Müminlere selam olsun…