Filistin Serencamı (1)
Kutsal Filistin toprakları ve ilk kıblemiz Mescid-i Aksa İslâm ümmetinin namus-u ekberidir. Filistin’in bir karış toprağı bile verilemez. İşgalcilerle asla masaya oturulamaz. Bu her şeyden önce akidemize ters bir durumdur.
Başlığımızı “Şirret İsrail’in Son Çırpınışları” olarak koyacaktık, ancak şirret kelimesi her ne kadar “kavga çıkarmaktan hoşlanan, geçimsiz, huysuz, yaygaracı, edepsiz” gibi anlamlar içerse de tedip edilme özelliğini de taşıyan bir kavram olması hasebiyle bu ifadeyi kullanmaktan kaçındık. Zira Siyonist İsrail’in asla tedip edilebilir, zapturapt altına alınabilir özelliği yoktur. İsrail bir bedene saplanmış hançer gibidir veya bir bedende kanser uru gibidir, mutlaka oradan sökülüp atılmalıdır. Onun inancına göre Müslümanları öldürmek nasıl ibadet ve ilâhî bir emir olarak telakki ediliyorsa, bizim inancımıza, bizim akidemize göre Filistin toprakları üzerine işgalle yerleştirilmiş olan İsrail’in varlığı gayr-i meşrudur. Bu yüzden İsrail’in varlığını tanımak İslâm akidesiyle çelişmektedir. Öncelikle Müslümanlar olarak bunu bilmeliyiz. Bir takım siyasîlerin beyanatları bizi yanılgıya düşürmemeli. İki devletli çözüm arayışları hem akidemize ters hem beyhudedir.
Beyhudedir; çünkü Siyonist İsrail’in inancı da bunu kabul etmemektedir. Siz bırakın % 53 - % 47 paylaşımını, % 10’luk veya % 5’lik bir teklifte bulunsanız dahi Siyonist İsrail asla bunu kabul etmeyecektir. Onların inancına göre, kendilerinden olmayan bir tek yabancının o topraklarda barınma ve ikamet hakkı yoktur. Onların akidesine göre adına Arz-ı Mevud dedikleri vaadedilmiş topraklar Fırat ve Nil nehirleri arasındaki coğrafyadır. Muharref Tevrat’a göre burasının tapusu Allah tarafından kendilerine verilmiş. Bu ideali, bu inancı taşıyan Siyonistler 1897 yılında, (TheodorHerzl’in liderliğinde) İsviçre’nin Basel kantonunda yapmış oldukları kongrede ilk adımı atarak hummalı bir çalışma içerisine girmiş oldular. İlk zamanlar Osmanlı Padişah’ı Abdülhamit’ten toprak isteme teşebbüsleri boşa çıkmış olsa da, sonrasında İngilizlerin Birinci Dünya Harbi’nin akabinde o bölgeyi işgal etmesi Siyonistlerin işini kolaylaştırmıştı. O dönemde İngilizlerin yardımıyla bölgeye dünyanın her tarafından Yahudi göçü başlatılmıştı. 2 Kasım1917 yılına gelindiğinde ise dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour Yahudilerle alakalı bir deklarasyon yayınlayarak ve Siyonistlerin o günkü temsilcisi olan Lord Rothshild’e bir mektup gönderek Filistin toprakları üzerinde İsrail’in kurulması için İngiltere tarafında her türlü yardımın yapılacağının teminatını vermişti. Ayrıca Balfourdeklarasyonuna kadar Filistin topraklarına bir hayli Yahudi göçü yapılmıştı.
1917 öncesine biraz bakacak olursak; 1897’den 1903’e kadar Yahudi nüfusu 25 bine ulaşmıştı. 1904 – 1914 arası 40 bin dolayında daha Yahudi Filistin’e göç etti. 1917’ye gelindiğinde ise bölgenin demografik yapısı – nüfus dengesi değişmeye başladı. 1918 yılında İngiltere bölgeyi tamamen işgal etmişti. 25 Nisan 1920’de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla İngiltere’ye bölgenin manda idaresi için yetki verildi. 1922'de İngiltere'nin düzenlediği bir nüfus sayımı, Yahudilerin sayısının, Filistin'deki 750 binlik nüfusun yüzde 11'ine ulaştığını gösteriyordu. Bundan sonraki 15 yılda Filistin topraklarına 300 bin Yahudi daha yerleştirildi.1929-1936 yılları arasında ise yüzbinlerce Yahudi, İngiltere mandası altındaki Filistin topraklarına (Siyonist poje kapsamında) göç ettirildi. Bu gelişmeler elbette ki, Müslümanlar için kabuledilebilir bir durum değildi. Nitekim o yıllarda öfkeli Müslümanlar küçük gruplar hâlinde İngiliz askerlerine ve Siyonist çetelere karşı çatışmaya giriyorlardı. Siyonistlerle Müslümanlar arasındaki düşmanlık ivme kazanarak Ağustos 1929'da kanlı çatışmalara dönüşmüştü. Özellikle İzzettin El-Kassam 1931 yılında geniş kapsamlı cihad hareketi başlatmış oldu. İzzettin El-Kassam’ın liderliğinde dört yıl boyunca büyük bir mukavemet örnekliği sergilenmiş oldu. Filistin'in bağımsızlığı yolunda başarılı bir mücadele veren Şeyh Kassam, 19 Kasım 1935'te cihad eğitimi için kırsal alanda bulunduğu sırada beş yüz kişilik bir İngiliz birliği tarafından kuşatılarak şehid edildi.
İzzettin El-Kassam şehid edildikten sonra Filistinli Müslümanlar adeta askerî seçenekten mahrum kalmıştı. Bunu fırsat bilen Siyonist örgüt çetesi ise IrgunZvaiLeumi, Filistin ile şimdiki Ürdün'ü işgal etmek amacıyla, Filistinlilere ait hedeflere mütemadiyen saldırılar düzenlemekteydi. Ayrıca Siyonist çeteler danışıklı döğüş kabilinden göstermelik olarak İngilizlerle de gerginlikler yaşıyorlardı. Temmuz 1937'de İngiltere'de, eski devlet bakanı LordPeel'in başkanlığındaki bir Kraliyet Komisyonu, bu bölgeyi Yahudi ve Arap devletleri arasında ikiye bölmeyi önerdi. Filistinli ve Arap temsilciler teklifi reddetti. Filistinli yetkililer göçün durmasını ve azınlık haklarına saygılı bir üniter devlet kurulmasını istediler. Bu teklif işgalci İngilizler tarafından kabul görmedi. Şiddet içeren çatışma ve gerginlikler 1938'e kadar sürdü. Ta ki, İngiltere'den gönderilen takviye birlikleri tarafından kanlı bir şekilde bastırılıncaya dek. Buna rağmen Filistinli Müslümanlar direnmeye devam ediyordu. Artık gelişmeleri kontrol altına alamayacağını anlayan İngiltere, Siyonistler adına Filistin’in bölünmesi plânını 1947'de Birleşmiş Milletler'e devretti. O döneme kadar göçlerin yoğunluğundan dolayı Yahudiler Filistin toprakları üzerinde üçte bir nüfusa ulaşmışlardı bile. Ama toprakların henüz %’de 6’sı onların eline geçmişti.
BM'nin kurduğu özel komite, bölgeyi Filistin ve Siyonisler arasında bölmeyi önerdi. Arap Yüksek Komitesi diye anılan Filistinli temsilciler, teklifi reddederken, Yahudi temsilciler kabul etti. Paylaşım planı, Filistin'in yüzde 56,47'sini Yahudilere, yüzde 43,53'ünü de Filistinlilere bırakıyordu. 29 Kasım 1947'de BM Genel Kurulu'nda 33 ülkenin oyuyla plan onaylandı. 13 ülke karşı oy vermiş, 10 ülke de çekimser kalmıştı. Filistinlilerin reddettiği plan ise hiç dikkate alınmadı. İngiltere, 15 Mayıs 1948'de, Filistin'deki manda idaresine son verme niyetini ilan etti. Çünkü İngiltere halkı, askerlerinin ölümü nedeniyle Filistin'de İngiliz varlığına karşı çıkıyor ve hükümete baskı yapıyordu. Ayrıca İngilizler, ABD'nin daha fazla Yahudi mültecinin buraya kabul edilmesi için uyguladığı baskıya da öfkeliydi. Bu durum elbette Siyonistlere yönelik Amerikan desteğinin artışının işaretiydi. Amerika’yı arkasına alan Siyonist çeteler İngilizlerin verdiği silahlarla Filistin köylerinde korkunç bir katliama girişmişlerdi. Adeta soykırım yapıyorlardı. Çocuk, yaşlı ve kadın demeden ve hiçbir ayırım gözetmeden savunmasız insanları acımasızca kurşuna diziyorlardı. Hatta bahçelerdeki koyun ve sığırları da katlediyorlardı. Bu yaptıkları insanlık dışı katliamların adını “İsrail devleti için temizlik operasyonu” koymuşlardı.
14 Mayıs 1948 tarihinde saatler 16.00’yı gösterdiğinde Tel Aviv radyolarından Siyonist Yahudi devletini ilân etmiş oldular. Bu karar bir gün sonra Birleşmiş Milletler nezdinde de yürürlüğe girmiş oldu. O gün, bugündür Filistinli Müslümanlar, 15 Mayıs'ı "El Nakba" (Felaket Günü) diye anmaktadırlar. Siyonistler öyle bir tıynete sahip ki, daha doğrusu başta da belirttiğimiz gibi akidelerinin gereği BM’nin kendilerine tahsis ettiği sınırları tanımayıp, aynı gün içerisinde Filistinlilere tahsis edilmiş bölgeye doğru saldırıya geçip katliamlara girişmiş oldular. Bakınız, şunu açık bir şekilde ifade etmiş olalım ki, Siyonist çete o günden beri kesintisiz bir şekilde işgale ve katliamlara devam ediyor. Özellikle Irgun ve Lehi eşkiya çetelerinin militanları, 9 Nisan'da Kudüs yakınlarındaki Deir Yasin köyünde çok sayıda Filistinli'yi hunharca katletti. Katliam haberi, Filistinliler arasında hızla yayılıp dehşete sebep oldu ve yüz binlercesi Lübnan, Mısır ve Batı Şeria’ya canlarını kurtarmak için kaçmak zorunda kaldı. Siyonist çeteler, Necef Çölü'nde, Celile'de, Batı Kudüs'te ve sahildeki düzlüklerin birçok bölümünü yaptığı korkunç katliamlarla ele geçirmişti bile.
Bu ara İsrail devleti ilan edildikten bir gün sonra, Ürdün, Mısır, Lübnan, Irak ve Suriye orduları Siyonistlere karşı harekete geçmişlerdi ancak bir varlık gösteremediler ve geri püskürtüldüler. Ne acı değil mi? İşgalci İsrail ordusu kırsal bölgelerde süren direnişi de barbarca katliamlar yaparak bastırdı. Ortaya çıkan her ateşkes sonucunda Filistin topraklarının bir kısmı işgalci Siyonistlere terk edilmiş oluyordu. İngiliz manda döneminde Gazze Şeridi Mısır’ın kontrolüne bırakılmıştı. Ürdün ise Kudüs çevresindeki topraklara ve Batı Şeria bölgesine hakimdi. Bunlar, İngiltere manda topraklarının yüzde 25'ini oluşturuyordu. Bu durum 1967 savaşına dek sürdü. 1948'den beri, İsrail'in işgaline verilecek karşılığa önderlik etmek için Arap devletleri arasında rekabet vardı. Bu yüzden Filistinliler adeta arada kalıyordu.1964'te Kudüs'te kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) hemen Arap devletleri tarafından tanındı. Bu devletler FKÖ'nün esasen kendi kontrollerinde kalmasını istiyordu. Filistinliler ise gerçek bağımsız bir örgütleri olsun istiyordu. 1969'da örgütün başkanlığını ele geçiren Yaser Arafat'ın amacı da buydu. Kendisine bağlı, beş yıl önce gizli olarak kurulmuş El Fetih örgütü, İsrail'e karşı operasyonlarıyla ün kazanıyordu. El Fetih savaşçıları, o dönemde Ürdün'de İsrail birliklerine ağır kayıplar verdiriyordu ancak bu yeterli değildi. Çünkü işgalci İsrail sürekli saldırı, sürekli savaş halindeydi. 5 Haziran 1967'de başlatmış olduğu 6 Gün Savaşı'nda işgalci İsrail, Mısır'dan Gazze ve Sina Yarımadası'nı, Suriye'den de GolanTepeleri'ni aldı. Ürdün güçlerini de Batı Şeria ile Doğu Kudüs'ten çıkarmış oldu.
Mısır'ın güçlü hava kuvvetleri, savaşın ilk günü saf dışı bırakıldı. İsrail uçakları Amerikan pilotları ile, daha başlangıçta Mısır hava kuvvetlerini havalanamadan yerle bir etti. Amerika’yı arkasına alan Siyonist çete azgınca saldırılarını sürdürüyordu. Bu dönem işgalci İsrail’in ele geçirdiği toprak iki katına çıkmış oldu. Siyonist işgalciler azgınlaştıkça saldırılarını sürdürüyor, saldırdıkça da güçlü bir mukavemetle karşılaşmayınca daha da azgınlaşıyordu. İşin ilginç tarafı Mirleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 242 sayılı bir karar alıyor. Bu kararda toprak kazanımı reddediliyor. Yani bu çarpışmalarda İsrail’in ele geçirdiği toprakların terk edilmesi isteniyor. Ama sadece isteniyor. Tabi ki, her hangi bir yaptırım tehdidi ile karşılaşmayan Siyonist çete işgal ettiği topraklardan bir karış bile geri çekilmiyor. Zaten çekilmez, çünkü akidesine ters. Bu nedenledir ki, merhum Erbakan Hocamız, “İsrail laftan değil güçten anlar” diyordu. Bakınız İsrail çetesinin bu saldırılarında 500 binden fazla Filistinli daha mülteci hâline geldi. Ve bu zavallı çaresiz insanlar Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye’ye göç ettiler. Göç ettikleri yerlerde de uzun yıllar zor koşullar altında çadır kentlerde yaşamak zorunda kaldılar.
1967'deki savaşta kaybettikleri toprakları diplomatik yollardan geri alamayan Mısır ve Suriye, 1973'teki Yom Kippur bayramı sırasında İsrail'e karşı taarruza girişti. (Yom Kippur, yani "Kefaret Günü", Yahudilerin en önemli dini bayramı.) Bu çarpışmalar, Ramazan Savaşı diye de anılmaktadır. Başlangıçta Mısır ve Suriye, Sina ve GolanTepeleri'nde ilerleme kaydettiler. Üç hafta süren çarpışmalar sonunda bu durum değişti. İşgalci İsrail neticede bazı yerlerde 1967'deki ateşkes hattının da ötesine geçti. Bu ara ABD, Sovyetler Birliği ve BM, diplomatik müdahalelerle ateşkes anlaşmasına varılmasını sağlamış oldu. Mısır ve Suriye, toplam 8 bin 500 asker kaybetti. Siyonistlerin can kaybı ise 6 bin dolayındaydı. Bu savaştan sonra Siyonist İsrail ile ABD ilişkileri daha da güçlenmeye başladı. ABD Siyonist İsrail’e, başta silah olmak üzere her türlü yardımı yapıyordu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ise 338 sayılı bir karar almıştı. Bu kararda bir an evvel çarpışmaların durdurulup müzakerelerin başlatılması isteniyordu. Tabi bu talepler tavsiye niteliğinde olduğu için hep lafta kalıyordu. Ne bir yaptırım, ne bir müeyyide söz konusu değildi.
Siyonist İsrail bunu çok iyi bildiği için her fırsatta fütursuzca saldırı, işgal ve katliamlarına devam edip durdu. Bu ara Filistin Kurtuluş Örgütü Siyonistlere karşı bir hayli mücadele verdi. Özellikle FKÖ ve Ebu Nidal’in örgütü 1970’li yıllarda işgalci İsrail’e karşı birçok silahlı eylemde bulunmuştu. Kara Eylül diye de bilinen Ebu Nidal'in örgütü, 1972 Münih Olimpiyatları'ndaki eylemde 11 İsrailli sporcuyu öldürmüştü. Ayrıca buna gemi ve uçak kaçırma eylemlerini de ekleyebiliriz. İşgal altındaki Filistin'in topraklarının tamamını "kurtarmak" için silaha başvuran FKÖ'nün lideri Arafat, bir yandan da BM'de barışçı çözümü savunduğunu anlatan ilk konuşmasını yaptı. Siyonist projeyi kınadı ve şu sözleri söyledi: "Bugün bir elimde zeytin dalı, bir elimde kurtuluş savaşı veren birinin silahı var. Zeytin dalını düşürmeyin." Arafat’ın BM’deki bu sözleri aslında büyük bir çelişkiydi. Çünkü bütün Filistin topraklarını kurtarmayı hedefleyen Arafat Siyonistlere nasıl barış teklifinde bulunabilirdi? Zaten barışçıl yaklaşımı işgalci İsrail’in kabul etmesi mümkün değil.
Siyonistler için barış görüşmeleri blöften başka bir şey değildi. Zira eski İrgun lideri MenahemBegin başkanlığındaki yeni hükümet, Batı Şeria ile Gazze Şeridi'nde yerleşim açmayı aralıksız bir şekilde hızlandırmıştı. Amaç 1967'de kazanılan toprakları ileride geri vermemek için gerekçeler sağlamaktı. Filistinlilerin tepkisel tavırlarına ise bazen ABD’den cevaplar geliyordu ancak bunlar da blöften ibaretti. Örneğin ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan HaroldSaunders, Arap-İsrail barışı müzakere edilirken Filistin halkının meşru çıkarlarının da hesaba katılması gerektiğini söylüyordu. Ama bunlar sadece sözde kalıyordu. Umudunu ABD’ye, BM’ye veya Avrupa’ya bağlayan Filistinli yatkililer sadece hayal kırıklığı yaşıyordu hepsi o kadar. Çünkü işgalcilerin tek bir amacı vardı Arz-ı Mevud dedikleri toprakların üzerinde yani Nil’den Fırat’a “Büyük İsrail’in kurulması.. Özellikle Likud Partisi, bu işin öncülüğünü yapıyordu. Siyonist İsrail’in hedefi ve amacı çok açık bir şekilde belliydi. Buna rağmen Arap ülkeleri nezdinde kendilerine meşruiyet kazandırabilmek için zaman zaman hamleler yapıyorlardı. 1973’teki “Yom Kippur” savaşında hiçbir başarı elde edemeyen Mısır bu sefer büyük bir zillete imza atmanın hamlesini yapmaktaydı. Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat 19 Kasım 1977'de İsrail'e gidip Knesset'te, yani Siyonist parlamentoda konuşma yapınca Müslüman ülkeler ve dünya şaşkına dönmüştü.
Ne yazık ki, İsrail’i tanıyan ilk Arap lider Sedat oldu. “Yom KippurSavaşı”nı daha dört yıl önce başlatan da kendisiydi. “Yom Kippur” hezimeti zilleti de beraberinde getirmiş oldu. Kısacası zillet elbisesini giyen Sedat bu sefer adım adım Siyonist İsrail’i meşrulaştırma çabalarına girmişti. 1978’de işgalci İsrail ve Mısır Camp David anlaşmasını yaptılar. Daha sonra ikili barış anlaşmasını da Sedat ile Begin Mart 1979'da imzaladılar. Sedat’ın bütün bu girişimleri İslâm ümmetine yapılan ihanetten başka bir şey değildi. Zira kutsal Filistin toprakları ve ilk kıblemiz Mescid-i Aksa İslâm ümmetinin namus-u ekberidir. Filistin’in bir karış toprağı bile verilemez. İşgalcilerle asla masaya oturulamaz. Bu her şeyden önce akidemize ters bir durumdur. Sedat bu ihanetin bedelini 1981 yılında teymenHalidİslâmbulî tarafından (bir tören esnasında) infaz edilerek hayatıyla ödemiş oldu.