ORTADOĞU YENİ GELİŞMELERE GEBE
DOĞAN BEKİN
Saad Hariri’nin Suudi Arabistan’da istifa etmesi en çok Amerika ve İsrail’i memnun etmiştir. İsrail, Suudi Arabistan ana eksenli İran karşıtı ittifakı desteklediğini ve bundan duyduğu memnuniyeti yetkili ağızlardan açıkça belirtirken, bunun politik bedelini Suudi Arabistan lehine olacak şekilde ödemekten ise kaçınmaya çalıştığını ortaya koymaya çalışmaktadır. Bir başka ifadeyle, İsrail, Suudi Arabistan’ın oluşturmaya çalıştığı politikalar ile değil, kendi politikaları ile hareket etmeyi yeğlemektedir.
Keza, Suudi Arabistan’ın son hamlelerine büyük ihtiyati yaklaşım gösteren bazı Arap ve Müslüman ülkeler de Suudi Arabistan’ın elini zayıflatan unsurlar olmuştur. Bu ülkeler, Suudi Arabistan tarafından anti-İran politikalar konusunda atılan adımlarının bölgedeki istikrarı daha da içinden çıkılmaz bir kaosa sürükleyeceği konusunda görüşler ortaya atmaktadırlar.
Suudi Arabistan’ın en büyük müttefiki konumunda olan ve İsrail politikalarına da büyük ölçüde taşeronluk görevini üstlenen Mısır yönetimi de, Suudi Arabistan’ın İran’a karşı yürütmekte olduğu askeri tehdit yerine, diplomasi kanallarını kullanmasını tavsiye etmesi dikkat çekicidir.
Suudi Arabistan yönetimi, İran politikasına karşı tavır sergileyen, Ürdün ve Mısır gibi ülkelere yaptığı yardımları kesmekle tehdit etmesi ve aba altında sopa göstermesi , işin bir başka vahametini gözler önüne sermektedir.
Amerika ve İsrail, İran’a karşı oluşturmaya çalıştıkları Sünni ittifakın, Suudi Arabistan öncülüğünde yürüyebileceğini hesaplarken, son gelişmeler ışığında kısa süre içerisinde müttefik ülkeler arasında ortaya çıkan çatlaklıklar, bu blokun şimdilik sadece Suudi ekseni dar bir çerçeveye doğru evirildiğini daha net bir şekilde göstermektedir.
Ortadoğu’nun önemli aktörlerinden olan Türkiye ise, Suriye’nin egemenliği ve bütünlüğü konusunda İran ve Rusya ile ilişkilerini yeniden konsolide ederek, üstü örtük yeni bir ittifak içerisine girerken, Suriye’de özellikle Golan Tepeleri etrafında Hizbullah’ın varlığından endişe etmekte olan İsrail’in, Rusya ile sürdürmekte olduğu mekik diplomasisinden nasıl bir sonuç çıkaracağı büyük önem arz etmektedir.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in , İran ve Türkiye ile sürdürmekte olduğu Suriye politikasının nasıl sonuçlanacağı ise büyük çapta ABD ve İsrail’in ortaya koyacakları tutuma bağlı olduğu ve bu ülkelerin daha son sözü söylemediğinin de göz ardı edilmemesi gerektiği kanaatini taşıyoruz.
Şöyle ki,1850’liyıllardan beri Amerikalı misyonerler tarafından yürütülen büyük hamlelerle “Protestan” mezhebinin bu bölgede dominant bir role sahip olması sağlandı. Anglo-Sakson ile başlayan ve Anglo-Amerikan politikalarıyla beslenen bu akım, ne yazık ki hala başta Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere, büyük bir alanı hükümranlık altında tutmaya devam etmektedir.
Bir başka ifade ile, Ortadoğu coğrafyasının büyük bölümü şu anda Protestan dünyasının kontrolü altında olup, bu bölgede iki ana gövdeyi oluşturan Sünni ve Şii mezhep unsurlarını karşı karşıya getirerek, Protestan mezhebinin etkinliğini daha da etkinleştirmeye çalışmaktadırlar.
Türkiye ile İran üzerinden yürütülmeye çalışılan bu projenin, şu anda Suudi Arabistan’ı merkezine alması dikkat çekicidir. Bugün ne yazık ki, Ortadoğu çoğrafyasında Protestan ruhunun yeniden diriltilmesi için büyük gayret gösterilmeye çalışılmaktadır.
İngilizler, 1916 Sevr Anlaşması ile Protestan ideolojiyi hayata geçirme konusunda başarılı oldu. O dönemde,Osmanlı ana gövdesini oluşturan farklı etnisiteleri ayrıştırarak, Ortadoğu’da egemen güç olarak yüz yıldan beri bu bölgenin enerji kaynaklarını kontrol altında tutmaya çalıştılar. Bu ideolojik hakimiyetin bölgedeki varlığının idamesi için, bugün de Sünni ve Şii mezhep ayrıştırması ile amaçlarına ulaşmaya çalışmaktadırlar.
Bu konuda Sevr Anlaşması’ndan büyük dersler çıkarması gereken İslam Dünyası’nın, yeni oyunlara karşı daha dikkatli olmasında büyük fayda vardır.