Kıbrıs, yeniden sessiz ve derinden Kıbrıs Rum ve Türk kesimi, 1974 Barış Harekâtı’ndan itibaren kırk üç yıldır fiziki bakımından ayrı yaşam sürdürmeleri ve bir araya yeniden gelmeleri mümkün olmamasına rağmen, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’in BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in başkanlığında yarın New York’ta bir araya gelecek olmaları Vincent L. Morelli’nin aylar önce ABD Senatosu’na sunduğu Kıbrıs raporunun gerçeklerini ortaya koyması bakımından dikkat arz etmektedir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, Irak, Suriye, Afganistan ve Filistin’e karşı sessizliğini bozmazken, Kıbrıs’ta çözüm konusunda istekli bir tutum içerisine girmesi ve barış planını Mustafa Akıncı’ya dikta ettirmeye çalışacak olması hiç de garipsenecek bir olay değildir. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevüt Çavuşoğlu’nun, Cenevre görüşmelerine koşulsuz olarak yeniden başlama isteğini beyan etmesi ise üzerinde düşünülmesi gereken vahim bir yaklaşım örneğidir. Bu beyan, bir bakıma Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’in dayatmacı ve kabul edilemez şartlarına karşı üstü örtük tavize açık olunduğunu ortaya koyan “esnek politik” anlayıştan kaynaklı politik bir yaklaşım şeklidir. Yıllardan beri “sisif çabası” olarak boş kasnak yöntemiyle yürütülmekte olan Kıbrıs müzakerelerinin bundan böyle nasıl bir sonuç vereceği doğrusu merak konusudur. Kıbrıs Özel Temsilcisi Espen Barth Eide’nin, yeni serüvenci politik çabaları ise, ABD’nin Doğu Akdeniz’de İsrail ile birlikte kurmaya çalıştığı yeni ekonomik sömürü zincirinin tahkimini sağlamaya yönelik olsa gerek. Türkiye ve KKTC’nin geleceğini önemli ölçüde etkileyecek olan muhtemel yeni Cenevre müzakereleri, en az ABD ve İsrail kadar AB’yi de çok yakından ilgilendirmektedir. Kıbrıs’ta tavize zorlanan ve bu konuda politik ve ekonomik açıdan uluslararası platformda iyice köşeye sıkıştırılıp örselenmeye çalışılan Türkiye’nin, yeni flüger çelişik gelişmeler karşısında nasıl bir tutum ortaya koyacağı doğrusu merak konusudur. Yıllar önce Bill Clinton’un, sabık Başbakan Çiller’e Kıbrıs konusundaki “güven artırıcı önlemler paketi” konusunda Rauf Denktaş’a baskı yapması hususunda ısrarlı isteklerini iletmesi dikkat çekici idi. Şimdi, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ise, Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’e adeta taviz verebilme uğraşısı içerisinde bir anlayış sergilemekte ve KKTC’nin meşru haklarını görmezden gelmektedir. Cenevre müzakerelerinde anlaşmaya uygun seçenek koşullarının oluşmasından çok, dayatmaya yönelik kabul edilemez koşulların uygulamaya konulmaya çalışılması, Kıbrıs sorununu daha da içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır. Başkanı Nikos Anastasiadis, kabul edilemez şartlarını Mustafa Akıncı’ya kabul ettirebilmek için son çare olarak ABD’ye yönelmiş durumdadır. Amerikan yönetimi de AK Parti hükümeti üzerinde baskı oluşturarak Kıbrıs sorununu istediği şekilde çözmeye çalışmaktadır. Kıbrıs konusunda sessiz kalmayı yeğleyen anlayış, aslında Kıbrıs konusunda gerekli bedeli ödemeye hazır bir politik tavır içerisinde olduğu izlenimini vermektedir. Türkiye, Kıbrıs konusundaki çözüm şeklini KKTC’nin varlığından çok, Rumlarla yeniden bir arada yaşamayı öngören ABD’yi siyasi ikinci adres olarak gören anlayıştan kurtulamadığı müddetçe, Kıbrıs konusunda dayatılmaya çalışılan çözüm şeklinin üstesinden gelebilmesi düşünülemez.